20 Kasım 2009 Cuma

Sosyal Avrupa Paradigması ve İşletme Sosyal Sorumluluğu Kavramı

1. Giriş: Günümüzde insan hakları kavramı ve dayandığı demokratik ve sosyal devlet söyleminin temsilcisi olarak kabul gören Batı uygarlığının başat aktörleri, Batı Avrupa ülkeleri ve bunların oluşturduğu Avrupa Birliği'dir (AB). Bu paradigmanın temelinde ise bugün Avrupa'yı oluşturduğu kabul edilen ve yukarıda değinilen kavramları da kapsayan değerlerin sonucu olarak vatandaşlarının insani yaşam standartlarına adil koşullarda ulaşma yolunda temel haklara sahip olması yatmaktadır. Diğer taraftan, sözü edilen paradigmanın geliştirildiği İkinci Dünya Savaşı sonrasından Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar geçen yarım yüzyılı aşan dönemin ardından yaşanan son on beş yılın bu ülkeler açısından yukarıda sözü edilen niteliğin korunup geliştirildiği bir süreç mi, yoksa üçüncü küreselleşme olarak adlandırılan hakim ekonomik sistemin içinde bulunduğu aşamanın belirlediği yönde bu niteliklerini giderek yitirdikleri ve tek kutuplu dünyanın gereklerine uyum sağlama çabası içinde oldukları bir süreç mi olduğu sorusu cevap beklemektedir.

2. Avrupa Birliği'nde Sosyal Politikanın Gelişimi: Bugünkü Avrupa Birliği'nin temelini oluşturan Avrupa topluluklarını (AT) kuran 1958 Roma Antlaşması'nın amaçları arasında; işgücünün çalışma koşullarını ve hayat standartlarını iyileştirmek için sürekli çaba harcanması yer almakla birlikte sosyal politika alanındaki düzenlemeler sınırlı kalmıştır. Bu kapsamda 1961 yılında sosyal politikaya yönelik amaçların gerçekleştirilebilmesi amacıyla Avrupa Sosyal Fonu kurulmuştur. Yine 1961 yılında gerçekleşen bir başka gelişme ise Avrupa Konseyi bünyesinde imzaya açılan ve 1965 yılında yürürlüğe giren Avrupa Sosyal Şartı'dır. Avrupa Konseyi'nin yayınlamış olduğu Avrupa Sosyal Şartı Temel Rehberi'nde (2001) bu belgenin temel sosyal ve ekonomik hakları koruyan, medeni ve politik hakları garanti eden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni destekleyen bir Avrupa sözleşmesi olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca bu sözleşme hukuksal bir belge olup onaylayan tüm devletleri bağlayıcı niteliktedir. Bununla birlikte Avrupa Sosyal Şartı'nı ve buna bağlı olarak geliştirilmiş hukukun uygulanması imzalayan, onaylayan ve bazı maddelerine çekince koyarak iç hukukuna geçiren ülkeler açısından çeşitlilik göstermekte olup, süreç şartın kendi içinde düzenlenmiş olan bir denetim mekanizması ile düzenli olarak izlenmektedir. Bu çerçevede Avrupa Sosyal Şartı farklı düzeylerde olmak üzere halen 21 Avrupa ülkesinde uygulanmaktadır. Diğer taraftan Avrupa Konseyi bünyesinde uygulamaya geçen Avrupa Sosyal Şartı'nın, Avrupa toplulukları gündemine gelebilmesi için 1980'lerin ikinci yarısına kadar beklenmesi gerekmiştir. 1987 yılında yürürlüğe giren Tek Avrupa Senedi'nde "Avrupa düzeyinde sosyal diyalogun oluşturulması" ve "topluluğa özgü bir sosyal politikanın olması gerektiği" ifade edilmiştir. Bu çerçevede 1989 yılında Avrupa Sosyal Şartı'na göre farkı bağlayıcı olmamasında yatan Avrupa Topluluğu Temel Sosyal Haklar Şartı ya da diğer adıyla Topluluk Şartı, AT'ye üye ülkeler arasında imzaya açılmış ve İngiltere dışındaki diğer ülkelerce onaylanmıştır. Topluluk Şartı'nda; "İç pazarın gerçekleştirilmesinin toplulukta istihdam yaratılmasında ve yaşam standartlarının yükseltilmesinde en etkin araç olduğu gerçeğinden
hareketle üye devletler arasında ekonomik ve sosyal alanda işbirliğinin gerçekleştirilmesi, yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi" gereği vurgulanmaktadır. Ancak, AT'de atılan bu adım Avrupa Sosyal Şartı'na göre sosyal koruma açısından daha ileri bir nitelik göstermemektedir. Bu niteliği ile Topluluk Şartı herhangi bir yasal yükümlülük içermeyen politik bir deklarasyon niteliğinde olup, uygulanması "direktifler" gibi ikincil diğer hukuk metinlerle sağlanmaktadır. Ayrıca Avrupa Sosyal Şartı, Topluluk Şartı'ndan daha geniş bir uygulama alanına sahip olup, sosyal hakları sadece çalışanlara değil, nüfusun tamamına topluca sağlamaktadır. 1993 yılında yürürlüğe giren ve Avrupa Birliği'ni (AB) oluşturan antlaşma olarak nitelenen Maastricht Antlaşması da Avrupa Sosyal Şartı ile karşılaştırıldığında sosyal koruma açısından bir ilerleme getirmemektedir. Avrupa Birliği'nin daha sonraki zirvelerde gündemini artan işsizlik sorununa karşı istihdamı geliştirme, istihdam edilebilirliğin artırılması ve girişimciliğin desteklenmesi oluşturmaktadır, Nihayet, Avrupa Birliği açısından Lizbon 2000'te; "Dünyadaki sürdürülebilir ekonomik büyüme kapasitesine sahip, en rekabetçi ve dinamik bilgiye dayalı ekonomi olma" hedefi gündeme gelmiştir. Bu amaç doğrultusunda kamusal nitelikli düzenlemelerden bağımsız olarak sosyal koruma alanına "işletmenin sosyal sorumluluğu" kavramı girmiştir. Bu bir anlamda, işletmelerin daha önce ulusal ölçekte yasalarla uluslararası ölçekte ise antlaşmalarla ve daha sonra ulusal düzeyde yasalarla düzenlenmiş olan yükümlülüklerinin özelleştirilerek şirketlerin gönüllülüğüne terk etme girişimidir. Avrupa Birliği'nde bu yöndeki girişim, Avrupa Toplulukları Komisyonu'nun 18.07.2001 tarihli "Avrupa Açısından İşletme Sosyal Sorumluluğuna Yönelik Çerçeve Geliştirme" başlıklı Yeşil Kitabı'dır.(1) Bu belgede hedefler şu şekilde özetlenmektedir: Giderek artan sayıda Avrupalı şirket çeşitli sosyal, çevresel ve ekonomik baskılar karşısında işletme sosyal sorumluluğuna ilişkin stratejilerini geliştirmektedirler. Burada amaçlanan, işletmenin karşılıklı olarak ilişki içerisinde olduğu çalışanlar, pay sahipleri, yatırımcılar, tüketiciler, kamu otoriteleri ve sivil toplum örgütleri gibi çeşitli ilgililerine mesaj göndermektir. Şirketler, sosyal sorumluluklarını açıklayarak, geleneksel beklentilerin ve yasal düzenlemelerin ötesinde, ancak her koşulda uyacakları yükümlülükleri gönüllü olarak üstlenerek, toplumsal gelişim, çevrenin korunması ve temel haklara saygıda standartları yükseltme, açık olarak yönetişimi kabullenme ve genel olarak kalite ve sürdürülebilirlik yaklaşımı çerçevesinde işletmenin çeşitli ilgililerinin çıkarlarını uyumlaştırmaya çaba göstereceklerdir. Avrupa Birliği işletme sosyal sorumluluğu konusunu Lizbon'da belirlenen "daha fazla ve daha iyi iş olanaklarına ve en ileri sosyal uyumla birlikte, sürdürülebilir ekonomik kalkınma yeteneğine sahip, dünyanın en rekabetçi ve dinamik bilgiye dayanan ekonomisi olma" stratejik hedefine yönelik olumlu katkısı açısından değerlendirmektedir.

3. Sonuç: Yukarıda aktarılan belgeden de anlaşılacağı gibi Avrupa Birliği, küreselleşmenin 1990'lardan başlayarak ABD'ye dayalı olarak oluşan tek kutuplu dünya doktrinine uyum sağlama ve bu koşulların gerektirdiği rekabetten önde çıkma hedefi doğrult
tusunda bünyesini, sosyal Avrupa'dan daha esnek çalışma koşullarının egemenliğine, kuralsızlaştırmaya ve şirketlerin gönüllüğüne bırakılan sosyal sorumluluğa doğru yenilemeyi amaçlamaktadır. Nitekim, çeşitli toplum kesimlerinden yukarıda sözü edilen yeşil kitaba olan bakış açılarının değerlendirildiği ve işletme sosyal sorumluluğu konusunun geliştirilmesine katılımda bulunmaya davet edildiği 2 Temmuz 2002 tarihli Komisyon Bildirisi'nde (2), sendikaların tepkisi aşağıdaki gibi yer almaktadır: "Sendikalar ve sivil toplum örgütleri, gönüllü girişimlerin çalışanların ve vatandaşların haklarını korumada yeterli olmadığının altını çizmişlerdir, Bu kesimler minimum standartların belirlendiği ve faaliyet alanının düzeyinin teminat altına alındığı yasal bir düzenlemeden yana görüş ileri sürmektedirler. Sendikalar ve sivil toplum örgütleri ayrıca, işletme sosyal sorumluluğu uygulamalarının kabul edilebilirliğinin; bu kavramın geliştirilmesi, uyarlanması ve değerlendirilmesinin tek taraflı olarak işletmeler tarafından değil, daha çok ilgili diğer kesimlerin katılımı ile sağlanması halinde mümkün olabileceğinde ısrar etmektedirler. Bu kesimler nihayet, işletmelerin faaliyetlerinin sosyal ve çevresel etkilerinin topluma hesap verilebilirliğini garanti altına alacak mekanizmaların oluşturulmasını talep etmektedirler." Sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin işletme sosyal sorumluluğu kavramı çerçevesindeki uygulamalardan beklentileri bu yönde iken; diğer taraftan işletmelerin temsilcileri ise işletme sosyal sorumluluğunu nasıl yorumladıkları sözü edilen Komisyon Bildirisi'nde aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir: "İşletmeler, işletme sosyal sorumluluğunun gönüllülük esasına dayandığını, bu kavramın sürdürülebilir kalkınma konusu ile bütünleşmesinin ve içeriğinin küresel düzeyde geliştirilmesinin gereğini vurgulamışlardır. Ayrıca işletmeler "her soruna karşı tek tip" çözüm yönteminin olmaması gerektiğinin altını çizmişlerdir, işletmelerin bakış açısına göre, işletme sosyal sorumluluğunu Avrupa Birliği düzeyinde düzenlemeye tabi tutmak, bu kavrama uygun başarılı eylemleri gerçekleştirecek işletmeler arasında yaratıcılığı ve buluşları engelleyeceğinden ve farklı coğrafyalarda faaliyet gösteren girişimlerde çıkar çatışmalarına yol açabileceğinden amaçlara zararlı olabilecektir." İşletme sosyal sorumluluğu kavramı ile ilgili olarak ekonomik sistemin karşıt iki sınıfın düşüncelerini özetleyen yukarıdaki ifadeler, söz konusu kavram üzerinde uzlaşmanın her iki kesimlerin çıkarları göz önüne alındığında hemen hemen olanaksızlığını belgelemektedir. Bu ifadelerde temel çelişkiyi çalışanların ve toplumun haklarının işletmelerin gönüllüğüne terk edilip edilmeyeceği oluşturmaktadır. Ancak burada altı çizilmesi gereken Avrupa Toplulukları Komisyonu'nun yukarıda sözü edilen her iki belgede de (Yeşil Kitap ve Komisyon Bildirisi) işletme sosyal sorumluluğunun gönüllülük esasına dayandığının kabulü yönündeki ifadelerin yer bulmasıdır. (1) Commission of The European Communities, Green Paper: Promoting a European Framework for Corporate Social Responsibility, Brussels. 18.07.2001 (2) Commission of The European Communittes, Communication From The Comission Conceming Corporate Social Responsibility: A business contribution to Sustainable Development, Brussels, 02.07.200
http://www.dunya.com/sutun.asp?id=192017&isArch=1