2 Mayıs 2014 Cuma

Foça 1914: Bir arkeologun gözünden “1913-1920 Félix Sartiaux’nun İfadesi” adlı Yunanca-Fransızca iki dilde hazırlanan ve 2008 yılında yayınlanan kitapta toplanan 1913-1914-1920 yıllarına ilişkin Sartiaux’nun çekimini gerçekleştirdiği mükemmel kalitedeki 150 kadar fotograf aynı zamanda, Foça’da Haziran 1914’te yaşanan olayların eşi olmayan sıra dışı tanıklıklarıdır. Tesadüfen bulunan bu görseller Sartiaux’nun notlarında da ifade edildiği gibi yıkımdan önce şehirdeki yaşamı ve Osmanlı-Rum nüfusun 24 saat içerisinde acımasızca kovuluşunu göz önüne sermektedir. Esasen bir demiryolu teknik elemanı ve arkeolog olan Felix Sartiaux (1876-1944), Foça’daki kazı alanlarında Fransız hükümeti tarafından görevli olarak bölgeye 1913,1914 ve 1920 yıllarında üç kez ziyarette bulunmuş, 1914 tarihli gezisi aynı yılın Haziran ayında meydana gelen olaylar nedeniyle kesintiye uğramıştır. Kitap, 2013 yılı yazında nerdeyse 15 yıldır müdavimi olduğumuz Foça’da benim elime de geçti. Sonrasında internet üzerinden yaptığım taramalarda da konuya ilişkin farklı değerlendirmelere ulaştım. Böylece Foça’da 1914 yılında yaşanan ve tarihimizde pek izi bulunmayan olayların 100 yıl sonra tanığı olabildim. Her yıl içinden denize girdiğimiz şehrin bu sahillerinde 1914 yazında yaşanan dramatik olayların farkında olarak gezinmek artık bir burukluk nedeni. Konuya açıklık getirecek farklı kaynaklara erişene kadar bu yazıyı yazmayı ertelemiştim. Konuya ilişkin bilgi içeren bir diğer kaynak ise bugünlerde yayınlanan Emmanuil Emmanuilidis’in “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yılları” isimli kitabı oldu. Böylece 1914 yılında Foça’da olan biteni kendi adıma tarihe not düşme adına söz konusu tanıklıkları yazıya dökmeye karar verdim. Emmanuilidis’e göre: Balkan Savaşı sonrası Anadolu’ya başlayan Müslüman göçüne dayanarak 1913 yılında Rum’lara karşı bir ticaret boykotu başlatıdı. Boykot İstanbul ve İzmir dışında çok daha etkili oldu. Daha sonra ise Bulgar işgali altında yıkıma uğrayan Müslüman ahalinin bu zararından yerel Rumlar sorumlu tutuldu ve zararın Hıristiyanların mallarından karşılanması uygulaması başladı. Benzer uygulamalar Anadolu’da da gerçekleşti ve Balkanlar’dan göç eden Müslüman mültecilere polis ve jandarmanın organize ettiği iddia edilen çetelerin de katılmasıyla İzmir ve çevresi, Çeşme Yarımadası ve Foça sahilleri ile Bergama bölgesi boşaltıldı. Buraların Rum halkı, panik içinde yerlerini ve mülklerini terk ederek Yunanistan’a kaçmak için araç bulmaya çalışırlarken Sereköy (Gerenköy olmalı), Foça ve İngiliz Adası’nda olaylar katliama dönüştü. Felix Sartiaux’a dayanan bir başka kaynak da Emre Erol’un “A Multidimensional Analysis of the Events in Eski Foça on the period of Summer 1914” başlıklı makalesidir. Makalede 1914 yılının Haziran ayında yaşananlar Sartiaux’un kazı ekibinden Charles Manciet’nin tanıklığına dayanılarak şöyle aktarılmaktadır: “1914 yılının 11 Haziran’ında saat 18:30 civarında Yunan dostu arkeolog Felix Sartiaux’nun kazı ekibinden Charles Manciet, Foça bölgesinden Osmanlı Rumlar’nın zorla çıkarılmasına tanıklık etti. O akşam Manciet, Eski Foça Menemen yolu yakınında çalışmaktaydı. Bu sırada ellerinde yükleriyle uzun bir konvoyu görünce şaşırdı. Bunların Gerenköy’den (Bugün Foça’nın aynı adlı bir beldesi) kaçan ve Eski Foça’ya sığınmaya çalışan Osmanlı Rumları olduğunu öğrendi. Manciet’nin o gün sığınma arayan "Osmanlı Rumları"nı görmesi özellikle önemliydi çünkü bu sırada Eski Foça’da kovalama henüz başlamıştı. Bu, Eski Foça’da ülkenin diğer bölgelerine göre vahşetin yoğunluğunu açıklıyordu. Zira Eski Foça (ve Yeni Foça) Osmanlı Rumlarına yönelik temizliğin son gerçekleştiği ve diğer pek çoklarının sığındığı yerdi ve bu durumun nedeni sığınmacıları en yakın güvenli bölge olan Ege adalarına (Midilli ya da Sakız) taşıyacak araçların yetersiz olmasıydı. Manciet’ye göre ertesi gün (12 Haziran 1914) kaçak çetelerin Eski Foça’ya gelmek üzere olduğunu düşünen insanların olağanüstü paniğine sahne oldu. Başlangıçta insanlar kendilerini evlerine kilitlediler, ancak sonra, öğlene doğru, yaklaşık 1000 kişi balıkçı tekneleri ve yelkenli kayıklarla Midilli’ye kaçtılar. Manciet ve Sartiaux insanların düşman henüz görünmeden eşyalarını yanlarına almaksızın kaçmalarına şaşırmışlardı. Akabinde, Sartiaux, Carlier, Dandria ve Manciet, Mülki İdareye giderek yaşamları ve eşyaları için ısrarla güvenlik talep ettiler. Kendileri için dört jandarma görevlendirilmesi üzerine evlerini Hıristiyanlar için sığınak olarak kullandılar ve 800-900 kadarını koruyabildiler. O gece saat 20:00 civarı, Manciet, Eski Foça etrafındaki dağlarda sessizce yürüyüşe geçen birliklerin silah seslerini duydu (düzenli ordudan bir grup olduğunu düşündü ancak değillerdi). Duyduğu iki farklı yönden gelen silah sesleri şehre yaklaşmakta olan iki farklı birlik olduğu izlenimi veriyordu. Öncesinde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yaklaşımı ile ilgili tartıştıkları gibi, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından organize edilen haydut ve yağmacı çetecilerin yavaş yavaş yaklaşmaları ve ateş etmeleriyle gayrimüslimler arasında panik uyandırılarak kendiliklerinden kaçmaları amaçlanmıştı. Manciet, iki birliğin gece boyunca ve sabah şehri yağmaladığını ve silah seslerinin kendi evlerine yaklaşmaya başladığını belirtiyor. Evlerini terk ettiklerinde ise hayal edilebilecek en utanç verici olayları hatırlıyor…Manciet, 13 Haziran gününün sabahında, silahlı atlı ve yaya grupların Eski Foça’yı işgal ettiklerini belirtiyor. Hıristiyanlar ise kıyıya koşmalarına rağmen ulaşım için geride artık hiçbir vasıta kalmamıştı. Bu nedenle insanlar evlerinde kendilerini savunmaya çalıştılar. Yağma niyetindeki çetelerin insanları evlerinden çıkmaya zorlamaları da durumu daha da kötüleştirdi. Manciet’in aktardıkları arasında yer alan vahşi bir sahne, bir Hıristiyan evine saldıran çetecilerin evini ve ailesini korumaya çalışan adamı ve daha sonra da karısının öldürüldüğü şeklindedir. Manciet’ye göre, limanın dışında demirleyen iki büyük buharlı gemi Hıristiyanlar için büyük şans olmuştu. Bu Fransızlar, (kendileri) anılan gemileri Hıristiyanları güverteye almaya ikna etmişler ve böylece çok sayıda kurban kaçma şansını yakalamıştı. Öğlene doğru, Manciet ve arkadaşları, yağma ve cinayetler karşısında dehşet içinde, o ana kadar bir şey yapmayan jandarmaları harekete geçmeleri ve şehri terk edenlere yardım etmeleri için tehdit ettiler. Korkutmaları sonuç verdi ve jandarmalar sahile ve buharlı gemilere ulaşmaya çalışanlara güvenli geçiş olanağı sağladılar. Manciet aynı zamanda yağmalanan eşyalarla yüklü develeri Eski Foça’ya yollarla bağlanan dağlara tırmanırken gördüğünü hatırlamaktadır. Bu görüntü, bu mezalimin aslında planlanmış olduğu düşüncesini desteklemektedir. Bu işi yapanlar her ne kadar can kaybından kaçınma adına dikkatli olsalar da ev sahipleri ile çetecilerle karşı karşıya geldiği şehrin bazı bölgelerinde öldürmeler gerçekleşti.” Emre Erol’un, sorunu Balkan Savaşı ve İttihat Terakki Cemiyeti bağlamında etraflıca değerlendirdiği makalesinde ayrıca, Manciet’nin yukarıda aktarılan gözlemlerini destekleyen, Şehrin Müslüman ahalisinden tanıklıklara da yer verilmektedir. Bu ifadeler genellikle Balkan “muhacir”lerini suçlar nitelik arz etmektedir. Ancak asıl vurgu tabi ki Balkan Savaşı trajedisi sonrasında İttihat ve Terakki’nin artık Anadolu’yu gayrimüslimlerden arındırma planını Teşkilat-ı Mahsusa eliyle uygulamaya koyduğu saptamasına yöneliktir. 1913’den başlayarak artık sürekli savaş ve müdafaa halindeki Osmanlı ordusunun cephe gerisini güvenceye alma zorunluluğuna dayanarak 1915’de uygulamaya konulan Ermenilerin tehciri kararının temelinde de bu düşüncenin bulunduğundan şüphe duymamak gerekmektedir. Olayların devamında İzmir’in 15 Eylül 1919’da Yunanlılar tarafından işgalinden yine bir Eylül ayında, 9 Eylül 1922 tarihinde kurtuluşa kadar büyük İzmir yangını da dahil olmak üzere yaşananlar, karşılıklı kinin beslediği benzer utanç verici olaylara ve çok acı anıların birikmesine yol açmıştır. Çöken imparatorluğun yıkıntıları altında, geçmişte bir aradayken zamanın ruhu gerektirdiği için düşman olanların bu trajik kırışmasının, işinde gücünde yaşam süren insanların hayatlarında yol açtığı acılar, ebedi miras olarak belleklerin derinliklerine kaydedilmiştir. Ancak aradan 100 yıl geçtikten sonra geriye dönüp bakıldığında, her ne gerekçeye dayandırılırsa dayandırılsın insan onurunun kabul edemeyeceği suçların açığa çıkması ve vicdanlarda mahkûm edilmesi gerekmektedir. Tıpkı o günlerde vicdanlarının sesini dinleyen ve adları resmi olmayan tarihin sayfalarında kayıtlı bazı yerel idareci ve komutanlar gibi. Böylesi bir gereksinimin siyasetten öte vicdani yükünün herhangi bir karşılık beklentisi içinde olmaksızın var olduğunu kaydetmeye bilmem gerek var mı? Kaynaklar http://ceb.revues.org/911 http://vimeo.com/68046973 http://en.calameo.com/read/000674853a334852d12e3 http://ceb.revues.org/874