28 Mayıs 2008 Çarşamba

Millet İradesinden Hareketle-3

Günümüzün revaçta söylemi olan “millet iradesi” kavramı üzerinden yakın dönem siyasi akımların etkileşimi ile ilgili yüksek sesle okumaya ve düşünmeye devam ediyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme döneminde devletin farklı kademelerindeki asker, sivil bürokraside ve aydınlar arasında kurtuluş arayışları arasında öne çıkan “osmanlıcılık, “islamcılık” ve “milliyetçilik” akımları, farklı derecelerde de olsa temelde çareyi yüzünü batıya dönmekte bulan fikir akımları olmuştur. Tanzimat ve İslahat dönemlerinin taklit kurumsal aktarımlarına dayanan şekli batılılaşma gayretlerine hem felsefi hem de güç dengelerinin değişimi nedenleriyle tepki olarak doğan bu akımların, iç içe geçen evrilme süreci, gerek dünya siyasi konjoktürü ve gerekse millet sistemine dayalı dönemin Osmanlı Toplumu’nun aynı zamanda çökmekte olan ekonominin de etkisiyle çözülen sosyal yapısının yol açtığı çevre-merkez çatışmasını ve farklı dürtülerin harekete geçirdiği iktidar çatışmalarını içinde barındırmaktadır. Bu haliyle söz konusu akımları net tariflerini yaparak sınıflandırmak ve birbirini takip eden dönemler itibariyle izlerini sürmek ve buna dayalı çıkarımlarda bulunmak zorluklar içermekle birlikte farklı kaynaklardan hareketle bu çabayı sarfetmekten kendimi alıkoyamadım. Bu çabanın ortaya çıkardığı ürün alışılagelen bir sistemetik içermese de toparlayıcı bir sonuca ulaşmayı hedefliyorum.
Bu bölümde bir önceki yazının kaldığı yerden bu kez farklı bir kaynağa, Kemal H. Karpat’ın “Türk Demokrasi Tarihi” (1967) isimli kitabına başvurarak devam ediyorum. Karpat Tanzimat döneminin siyasi oluşumlarının gelişimini özetlediği bölümde şunları kaydediyor: “Ondokuzuncu yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğundaki Hıristiyan azınlıklar milliyetçi amaçlarla siyasal dernekler kurmuşlardı. Daha sonraları müslüman tebaa arasında da bu çeşit dernekler meydana getirildi. Bunlardan birincisi, bir kısım müslüman aydınlar tarafından 1859’da İstanbul’da kurulmuş olan Fedailer Cemiyeti idi; bu aslında, padişahın Hıristiyan tebaaya eşit haklar tanınmasına karşı bir tepki idi. Ardından, 1865 yılında, Yeni Osmanlılar cemiyeti kuruldu; meşruti idare sistemini amaç bilen, Osmanlılar arasında kurulmuş ilk büyük siyasi teşekküldü bu; Paris ve Londra’da faaliyet gösteriyordu. Yeni Osmanlılar, reformların lâyik vasfını tenkit ediyorlar, bu yüzden İmparatorluğun şeriata gerektiği gibi riayet edilmeksizin, yani İmparatorluğun dayandığı ruhi temellere aykırı olarak, idare edilmeye başlandığını iddia ediyorlardı. Bu gurubun başında bulunan Namık Kemal, yeniçerileri kaldırdıktan sonra din-dışı usüllerle kendi mutlak istibdadını yürüten bir padişaha itaat için haklı bir sebep görmüyordu. Onun o meşhur hürriyet kasidesindeki hürriyet isteğinin gerçekte, Müslümanlığın esas akidelerine aykırı olarak İmparatorluğu idare eden padişahı tenkitten başka bir mânası yoktur….Abdülhamit’in hürriyetleri birer birer yok edip 1877’den sonra Kanunu Esasi’yi de yürürlükten kaldırması üzerine önce İmparatorluk sınırları içinde, sonraları dış memleketlerde gizli cemiyetler kuruldu; zamanla bunlar Jön Türkler adiyle tanındı. Başlıca maksatları 1876 Anayasası’nı tekrar yürürlüğe koydurmaktı.”
Anlaşıldığı üzere, Yeni Osmanlıların Tanzimatın kurumsal aktarım ve şekle dayanan batılılaşmasına ve güç dengesindeki değişime olan tepkisinin, “hürriyet” sloganı ile toplumun temel değer sistemini oluşturan müslümanlık ve şeriat üzerinden ifade etmelerinden sonra, bu kez de hedefte Abdülhamit’in baskı rejimine karşı Kanuni Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymak üzere bütün Jön Türk kurumları birleşmişlerdir.
Tarihin akışının adeta hızlandığı bu dönem içerisinde olayların ve kurumların gelişim yönünün bir özeti için yeniden Kemal H. Karpat’a dönmek gerekmektedir. “Çeşitli memleketlere dağılmış bütün Jön Türk gruplarını bir merkez etrafında birleştirmek ve ortak bir hareket yolu çizmek amacıyla Paris’de 4 Şubat 1902 günü gizli bir toplantı yapıldı. Kısmen şahsi tartışmalar yüzünden, ama asıl, tasarlanan iç ihtilale ordu ve yabancı yardımının katılıp katılmaması konusundaki görüş ayrılıklarından dolayı konferans ikiye bölündü. “Müdahalecilerin” yani ihtilâle ordu ve dış yardımın katılması görüşünü savunanların başında Prens Sabahattin vardı. Bunlar ana teşkilattan ayrılarak Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyeti’ni kurdular. Ahmet Rıza Bey’in başında bulunduğu, ve aykırı görüşü savunan grup ise cemiyetin adını Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti şeklinde değiştirdi. Bundan böyle bu cemiyet Jön Türklerin en ileri gelen teşekkülü oldu…. Ahmet Rıza Bey’in cemiyeti asıl 1906’da Selânikte subay ve devlet memurlarından bir grupun kurmuş olduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleştikten sonra kuvvetlendi.”
Daha sonra 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanına yol açan sürecin öncülüğünü yapan bu kadronun sınıfsal tahlilini Karpat şu şekilde yapmaktadır: “İktidarı ele geçiren bu aydınlar zümresi Osmanlı İmparatorluğunda ondokuzuncu yüzyılın sonlarında meydana gelmeye başlayan alt-orta sınıftan gelme idi. Genç Türklerin en meşhurlarından Talât Paşa mütevazı bir aileden gelme bir posta memuru idi. Selânikte başlatılan 1908 ihtilâlinin öbür yapıcıları da aşağı sınıflardandı. İktidarı ele aldıktan sonra padişaha az buçuk bağlandılarsa da padişahın etrafındaki idareci sınıfla çatıştılar, önceleri Sultana bağlı hâkim zümreye itaati kabul ettiler ama sonraları bunları yerlerinden atarak kendi idarelerini kurdular ve Sultanı nüfuzları altına aldılar.” Bu aktarımdan sonra saptamak gerekir ki: 1876’da II. Abdülhamit’in tahta çıkmasına da yol açan I. Meşrutiyet’in ilanından sonra, Sultanın ipleri tekrar eline alarak mutlak iradesini kurmasına tepki olarak Tanzimat döneminin güç ve iktidar kaybına uğrattığı kesimlerin merkezi irade ve bürokrasiyle çatşmasının sonucunda gelişen Jön Türk hareketi Yeni Osmanlılar’a benzer bir şekilde ancak bu kez “ideolojik” olarak da bölünerek iktidarı ele geçirmiştir.
1908 yılını takip eden ve temelinde yenilikçilik (alt kolları; Batıcılık ve Türkçülük) muhafazakar-islamcılık ayrışmasının hakim olduğu dönemi ise Karpat şöyle özetlemektedir: “1908 yılına kadar İttihat ve Terakki sadece Sultanı 1876 Anayasası’na riayete zorlamak amacını güden bir siyasi dernekti, oysa şimdi birdnbire kendisini memleketi idare etme vazifesiyle yüklü buldu. Hükümeti devralmaya hazırlıksız olduğunu bilen Cemiyet ilkin iktidara geçmemek, sadece “vatani” bir dernek olarak kalmak kararını verdi, ama öbür yandan da 1908 seçimlerinde kendi namzetlerini öne sürerek Mebusan Meclisini kontrolü altına almaktan da çekinmedi. İttihat ve Terakki’nin tahakkümünü önlemek amacı ile Temmuz 1908’den sonra kurulmuş olan muhalif Ahrar Partisi Mebusan Meclisine ancak bir mebus gönderebildi…Seçimlerden sonra garip bir durum ortaya çıktı: Sultanın yürütme yetkileri, İttihat ve Terakki üye ve taraftarlarından meydana gelme yasama organınca sıkı kontrol ediliyordu, oysa İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasal bir parti değil, sadece kültürel bir dernek olduğunu ileri sürüyordu. Bir yandan da Cemiyetin gizli merkez komitesi bütün siyasal faaliyetleri kontrol ediyordu…Zamanla İttihat ve Terakki politikaya daha fazla karıştı. Üyelerinden bulunan Sait Paşa’yı hükümetin başına getirdi. Bir yandan Cemiyetin tahakküm ve gizliliğinin, bir yandan da cemiyet üyelerinin kötü hareketlerinin sebep olduğu tenkitler karşısında Cemiyet, çokluk kendi saflarından ayrılmış olanların kurmuş oldukları muhalif partileri yok etmiye kalkıştı. 13 Nisan 1909 günü beliren gerici-dinci bir isyan hareketini, 31 Mart Vakası’nı fırsat bilerek bu hareketi teşvik ettiler bahanesiyle Ahrar, İttihadı Muhammedi, Fedakâranı Millet ve Heyeti Müttefika-i Osmaniye pertilerini kapattı; II. Sultan Hamit yerine V.Mehmet getirildi (1909-1918)…Bununla beraber muhalefet, iktidar partilerinin sıralarından ayrılanlarla gittikçe genişlemekte devam etti. Nihayet, Mutedil Hürriyetperveran, İslahatı Esasiye-i Osmaniye ve Ahali partileri gibi başlıca muhalefet partileriyle Rum, Ermeni, Arnavut, ve Bulgar azınlıklarının meclisteki mümessilleri birleşerek Hürriyet ve İtilaf partisini kurdular (21 Kasım 1911). İktidarı kaybetmek tehlikesiyle karşılaşan İttihat ve Terakki Anayasada dilediği değişiklikleri yaptıktan sonra çok sıkı baskı altında seçimlere giderek Mebusan Meclisine tamamen hakim oldu. Bununla beraber, ittihat ve Terakki 1912’de kısa bir zaman için iktidardan düştü; bunun başlıca sebebi subayların kurmuş oldukları tedhişçi, ihtilalci bir grup olan Halâskâr Zabitan Grubu’nun baskısı idi. Ocak 1913’de bir hükümet darbesiyle İttihat ve Terakki ı tekrar iktidar ele geçirdi ve az sonra da genel kurulunu toplayarak siyasi bir parti hüviyetini almak kararını verdi. Bu haliyle 1918 yılına kadar hükümeti elinde tuttu.”
Diğer taraftan II. Meşrutiyet döneminin adeta fokurdayan bir kazanı andıran fikri akımlarının bu görüntüsüne karşın toplumun geniş kesimlerinin çıkarlarından hareket ve bunları temsil eden bir yönünün bulunduğu söylenememektedir. Kurumsal olarak temelde Tanzimat’ın tepeden inme reform hareketine karşı ve İmparatorluğu çöküşten kurtarma amacı etrafında toplanan aydınların başını çektiği ve I. Meşrutiyet öncesi Yeni Osmanlılarla başlayarak II. Meşrutiyet öncesinde ve sonrasında Jön Türkler ve bundan ayrılan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve muhalifi siyasi oluşumlar yer almaktadır. Nitekim zıtlaşmanın çatışmaya dönüştüğü, “Parti mücadelesinden çok Tunaya’nın (Tarık Zafer) değimi ile, “parti savaşı” olarak tanımlanacak bu akışta, iktidar ve muhalefet partileri birbirlerine karşı acımasız ve tahammülsüz davranmışlar, iktidar mücadelesinde meşru olmayan yolları zorlamaktan çekinmemişlerdir.”(Rukiye Akkaya, “Prens Sabahattin, 2005, s.50).
Millet iradesi kavramından hareketle belirli kaynaklara da başvurarak serbest düşünme ve yazma eylemi biçiminde devam eden dizi yazının bu bölümünde Cumhuriyet öncesi dönemi noktalamadan önce vurgulamak istediğim diğer bir saptama da; Tanzimat sürecinden başlayarak iktidarı elinde tutan merkezi otoriteye karşı gelişen fikri ve siyasi hareketlerden İslamcılık olarak nitelenen söylemle Libaral-Hürriyetçi söylemin sahiplerinin genelde muhalefette kalmış olmalarının da etkisiyle birbirlerinden destek alarak mücadele yolunu seçtikleridir. Gerek Yeni Osmanlı akımının, Batıcı tepeden modernleşmeci Tanzimat üst bürokrasisine karşı hürriyet haykırışı ile yeniden İslama dönüşü içeren çözüm önerisi bir yana, hürriyet talebiyle Kanuni Esasiyi yeniden yürürlüğe koyduran ancak sonrasında eline geçirdiği iktidarı baskıcı bir rejime dönüşen İttihat ve Terakkiye karşı cephedeki örgütlenmeler ve isyanların gerisinde liberal şahsiyetler-kesimlerle, muhafazakar islamcı ve giderek şeriatçı şahsiyetler-kesimlerin yan yana hareket ettiklerine dair farklı kaynaklardan örnek vermek mümkündür.
Bir sonraki bölümle bağlantı kurmak açısından vurgulanması gereken nokta ise; Kurtuluş Savaşına giden süreçte dış konjonktürün de etkisiyle diğer akımların önüne geçen hareketin, daha çok yenilikçi bir içerikte ve Ziya Gökalp’in fikri öncülüğünde İttihat ve Terakki merkezli olarak gelişen milliyetçilik akımı olduğudur. Nitekim Karpat bu durumu şu şekilde vurgulamaktadır; “İttihat ve Terakki’nin 1916 ilâ 1918 genel kurul toplantılarında kendini belli eden lâyik tutum bir bakıma milliyetçiliğin öbür iki ana ceryanla olan münasebetlerini gösteriyordu. Harp, İslamcıları siyasal bir kuvvet olarak ortadan kaldırmış, Batıcıların da iki esas fikrini, Osmanlılığı ve dinin İmparatorluğun temeli olduğu fikrini çürüterek onları da çok zayıflatmıştı. Garpçı’ların yenileşme konusundaki pratik fikirlerini de milliyetçiliğe katılarak kısmen uygulanmasına bile geçilmişti. Böylece, Birinci Cihan Harbi sona erdiğinde Türkiye’de ayakta kalabilmiş biricik ideoloji milliyetçilikti. 1918’den sonra meydana gelen olaylar ise, milliyetçiliği Turancılıktan temizleyip genişletmekten başka çıkar yol bırakmıyordu.” Bununla birlikte milliyetçiliğin eldeki tek tutarlı ideoloji olarak kalmasının diğer akımların temsicilerinin sahneden çekildiği anlamına gelmediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Hiç yorum yok: