28 Mayıs 2008 Çarşamba

Millet İradesinden Hareketle-4

Çıkış noktası olarak “millet iradesi” kavramının yakın dönem siyasi tarihimizdeki akımlardaki yansımasını anlamaya ve bu kavramın gerçekte neye karşılık geldiğini keşfetmeye dönük olarak farklı kaynaklardaki arayışımın bu bölümünde kurtuluş savaşı ve sonrası dönemi ele almaya çalışacağım.
Bu bölüme Kaynak Yayınlarından çıkan; “Komintern Belgelerinde Türkiye-2, Kemalist Cumhuriyet” isimli kitaptan bir alıntı ile başlamak istiyorum. Söz konusu aktarımın kaynağı 16 Ocak 1924 tarihli bir belge olup, yazarı G. Asthakov’un izlenimlerini, saltanatın kaldırılması sonrası, ancak Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve halifeliğin kaldırılması öncesi dönem atmosferinde değerlendirmek gerekmektedir. Haber aktarımının öncesinde, yayın organının Redaksiyon Kurulu’nun imzasıyla şu ifade yer almaktadır:“Son olaylar Türkiye’de siyasal mücadelenin sertleşmekte olduğunu ortaya koydu. 7 Ocak’ta İzmir’de Kemal Paşa’nın hedef olduğu suikastin yankıları sürüyor. Ancak resmi bir yalanlamanın gerektiğini de unutmayalım. Kemalizm karşıtı Babı’âli gazetecilerinin Aralık ayında İstiklal Mahkemelerince ağır cezalara çarptırıldıkları bilinmektedir. Arkadaşımız G. Asthakov gelişen olaylar üzerine bizi aydınlatıyor” Burada sözü edilen suikast tarihe “İzmir Suikasti” olarak geçen olay değildir. Konu hilafetin savunulması bağlamında 1922-24 arasında İstiklal Mahkemelerinde yargılanan gazeteciler olayıdır. Konuya ilişkin olarak Prof. Yücel Özkaya şu saptamayı yapmaktadır: “Daha önceleri, hilâfetin kaldırılmaması yolunda yayın yapan, gazetecilerle ilgili olarak 9 Aralık 1922’de İstanbul İstiklâl Mahkemesi’nde başlayan gazeteciler davası, 2 Ocak 1924’te sonuçlanmıştı…Cumhuriyet ve Mustafa Kemal’e suikast anlamı taşıyan bu dava sonunda gazeteciler niyetlerinin kötü olmadığını ispat etmiş ve beraat etmişlerdi. İstiklâl Mahkemesi’nin çalışması sürerken, İlyas Sami (Kalkavanoğlu), komünist Hemşinli Mehmet Azapkaptı, Sandalcılar Kahyası Hasan, Dayı Mesut, Kör İbrahim, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyete suikast iddiasıyla tutuklanmışlardı, İlyas Sami Bey, 30 Aralık 1923’de mahkemeye baş vurarak suçsuz olduğunu iddia etti. Ancak, sonuç çıkmadı…12 Ocak 1924’de başlayan ilk yargılamadan sonra, 5 Şubat 1924’de mahkeme sonuçlandı. Ancak delil yetersizliğinden sanıklar beraat etmişlerdi”(Atatürk Araştırma Merkezi Degisi, Sayı 22, Kasım 1991. Sözü edilen gazeteciler davası ile ilgili olarak ise Özkaya şunları kaydetmiştir: Cumhuriyetin ilânından sonra, ne yazık ki, Vatan, Tanin, Tasvir-i Efkâr gazeteleri halifelik lehinde ve Cumhuriyet aleyhinde yazılar yazmaya başlamışlardı. Halife Abdülmecid’in beyanatları da siyasete çok yatkındı… Dünyevî iktidar nimetlerine alışık olan Osmanlı sülalesinin, halifeliği gene dünya imtiyazları için kullanacağı, saltanatın yeniden ihya edilmesi olanağı nedeni ile Türkiye Cumhuriyeti yönetimine karşı kuşku duyması ve fırsat beklemesi olağandı. Meclis de halife konusunda tedirgindi. Nitekim, Rauf Bey ve Kazım Karabekir Paşa gibi askerî liderlerin halifeye yaptıkları ziyaret Meclis tarafından hiç hoş karşılanmıyordu. Rauf Bey, daha önce belirttiğimiz gibi Mecliste Cumhuriyet taraftan olduğunu belirtmiş ise de, samimi olarak buna taraftar değildi…Halifenin şatafatlı hareketleri Meclis tarafından hoş karşılanmamaktaydı…İstanbul gazetelerinin bazıları halifeliğe dört elle sarılmış ve bunu siyâsî tartışma konusu yapmışlardı. Sözde, Halife yazı masasına oturup, Vatan Gazetesi’ne demeç vermiş, kendisine İslâm Dünyasından binlerce mektup ve telgraf, heyet gelmiş, İslâm Dünyası istemedikçe kendisi de istifa etmeyecektir. Aynı gazete, 9 Kasım 1923’de, Hükümetin, hilâfetin görevini tespit etmesinin gerektiğini de öne sürüyordu. Şimdiye kadar, bunun yapılmamasının özür kabul edilemeyeceği yollu bir de tehdit savuruyordu. Tanin Gazetesi ise, 10 Kasım 1923’de, Lütfi Fikri Bey’in “Halifeye Açık Mektup” adlı yazısını yayınlıyordu. Bu yazıda, halifenin istifası ile ilgili haberlerin millette üzüntü uyandırdığı, halifeye saldıranların İslâm ülkeleri yerine Türklerin olmasının doğru olmayan bir hareket olduğu açıklıyordu… Bahis konusu ettiğimiz halifelik ile ilgili yazılara, 11 Kasım 1923’te, Tanin’de “Şimdi de Hilâfet Meselesi” adlı yazı eklendi. Bu yazıda, hilâfet kalkarsa, Türkiye’nin İslâm Dünyası’nda önemi kalmayacağı, bunun milliyetçilik olmadığı savunulmaktaydı. Gazi hazretleri, buna verdiği cevapta, Cumhuriyetsiz olunamayacağını, halifelik ile Cumhuriyetin uzlaşamayacağını hatırlatmak zorunda kalmıştır. Gazetelere beyanat veren Rauf Bey kendini savunarak, sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirtmesine karşın, İsmet Paşa, Rauf Bey ve arkadaşlarının Helife’yi ziyaret konusunun, Halife sorunu olduğunu, hilâfetin Türkiye’yi sürüklediği felaketlerin büyüklüğüne değinip “Tarihin herhangi bir devrinde, bir halife kafasından bu memleketin mukadderatına karışma isteği geçirirse, o kafayı mutlaka koparacağız” diyerek gerekli gözdağını vermişti…1923 Aralığında, Tanin, Tevhid-i Efkâr, İkdam gazeteleri, Müslüman Dünyasının iki büyüğü olan Hintli Ağa Han ile Arap Emiri Ali’nin Başbakan İsmet Paşa’ya hitap eden mesajlarını yayınladılar. Bu mesaj, bir çeşit nümayiş belgesiydi. Bu mesaj yayınlanınca, Mustafa Kemal, derhal Millet Meclisini toplantıya çağırdı. Daha önce kısaca değindiğimiz üzere, Meclis’ten bu konuya büyük tepki geldi. Gizli olarak yapılan toplantıda, Gazi, kendisine yollanan Ağa Han’ın mektubunun Londra’dan postaya verilmesine karşın, mektubun eline geçmeden muhalefet yayın organlarında yayınladığını, bunun ise genç Cumhuriyetin düşmanlarının komplo hazırlığı içinde bulunduklarını, sultan-halife koalisyonu havasına girip, eskiyi diriltmek istediklerini belirtti. Bu yazılar gerçekten de, 1 Kasım 1922 tarihli karara, yani saltanatın kaldırılması karar ve inkılâbına aykırı idi. 27 Aralık’tan itibaren de Hüseyin Cahit (Tanin Sahibi ve Yazı işleri Müdürü), Ahmet Cevdet (İkdam Gazetesi), Velid Bey (Tevhid-i Efkâr) ve Hayri Muhiddin mahkemede yargılanmakta idiler. 1 Ocak 1924’de yapılan duruşmalarda, Velid Bey şimdiye kadar Cumhuriyeti savunduğunu, niyetlerinin memlekette huzuru sağlamak olduğunu, Türkiye’de halk idaresinin egemen bulunduğunu, Cumhuriyetin yalnızca bir kelime değişikliğinden ibaret olduğunu ileri sürdü. Ayrıca, Ağa Han’ın mektubunun yayınlanmasında da en ufak bir kötü niyetin olmadığını, bu yayının ehemmiyetsiz bir olaydan ileri geçemeyeceğini, Cumhuriyet konusunda gazeteci olan Ahmet Ağaoğlu ve Celâl ile tartışmalarda bulunulduğunu, kendisinin 2 Aralık 1923’de Cumhuriyeti öven bir yazıyı yayınladığını belirtir. Velit Bey’e göre, o tarihlerde bütün İstanbul Basını Cumhuriyeti tenkit etmişti ve kendisi bunu şu şekilde dile getirmekteydi: Cumhuriyetin ilânı günlerinde İstanbul’daki matbuatın kaffesinde (hepsinde) şekl-i ilân hakkında az çok tenkidât (tenkitler) görülmüştür”. Gene, Velid’in ifadesine göre, Vatan Gazetesi’nde Ahmed Emin Yalman Cumhuriyetin zararlarından şöyle söz etmiştir: “Birincisi devletin şeklini değiştiren mühim kararların bir iki saat içinde, pek mahdud münakaşaları müteakib ittihaz edilmiş olmasıdır. Halk Fırkası tebdil (değiştirme) tekliflerine Pazartesi günü saat ikiden sonra muttali olmuştur”. Akşam Gazetesi’nden Necmeddin Sadak ise, Velid’in ifadesine karşı, 31 Ekim tarihli makalesinde şöyle demektedir: “Türlü türlü projeleri yapılarak, aylardan beri müzakere edilen ve bir türlü tatbik edilemeyen bu esaslar nasıl oldu da bir gece içinde kabul edildi? Fırkada bu usule muhalif mebuslar vardı. Onlar niçin muhalif idiler. Ve bir iki saat içinde ictihatcılannı, nasıl değiştirdiler”. Velid Bey, daha sonra, kendi yazılarından örnekler vererek, kendisinin hep Cumhuriyet savunduğunu, Onun için çalıştığını ifade etmiştir. Sonuçta, gazete sahipleri ve başyazılarının savunması dinlenmiş ve 2 Ocak 1924’de beraatlerine karar verilmiştir. Bu arada, Tanin’de çıkan yazısından dolayı, yıkıcı emeller etrafında yasanın mutlak ve açık hükümleri ile yasaklamasına karşın yayın yaptığı için Lütfi Fikri Bey, beş yıl kürek cezasına çarptırılmış ise de, 23 Şubat 1924’de cezası af edilmiş ve tahliye olmuştur… Gereksiz dış müdahaleler halifeliğin kaldırılması yolunda, Gazi’nin işini kolaylaştırdı. Önce bahsettiğimiz mektubun gazetelerde yayınlanması, Mecliste Halifeliğe karşı bir tepkinin uyanmasına neden olmuştu. Bu mektup, halifeliğin Türkiye’yi şeriata ve eskiye bağlayan bir zincir olduğunu ortaya koyuyordu. Halifeliğin kaldırılacağı haberi de, Cumhuriyetin tesis edilişinde olduğu gibi, yabancı bir dergide, Revue Des Deux Mondes’da daha önce yayınlanmıştı. Aslında, birkaç ay önce verilen demeçte, Gazi, Hükümet var iken Halifeliğe gerek olmadığını açık açık ortaya koymaktaydı.
Şimdi yine başlangıçtaki kaynağa dönerek dışarıdan siyasi durumun nasıl algılandığına bakalım. G. Asthakov’un izlenimleri şöyle devam ediyor: Bu olayların sonunda ne oldu? Gerici gazeteciler İstanbul’da tutuklandı ve acımasız cezalara çarptırıldı. Rauf Bey buna rağmen Halk Partisi’nde kaldı. Rauf Bey ki, tutucu basının kendisini günün adamı, muzaffer olarak göstermesine, dostlarının ünleri çerçevesinde verimli bir reklam yapılmasına izin vermiştir. Şimdi öğrenmiş bulunmaktayız ki Doğu Cephesi komutanı Kazım Karabekir Paşa, Adnan Bey, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa gericilerin yanı başında yer almışlar. Yeni Gün, “Cumhuriyetçiler ve anti-cumhuriyetçiler savaşmaktalar” diye yazıyor…Doğrusunu söylemek gerekirse, güncel çatışma liberal ve tutucu kesimleri karşı karşıya getiriyor. Türk devriminin teorisyenlerinden biri olan Prof. Ziya Gökalp, Halk Partisi’ni liberallerden oluşma bir blok ve birleşmiş tutucuları, köktencilerle gericilere karşı olarak tanımladı. Düşüncesine göre, gericilerle köktencilerin tasfiyesinden sonra savaşın liberallerle tutucular arasında başlaması gerekir. Öyle görünüyor ki durum tam böyle…Geçen bahar işçi ve köylü köktencilere siyasal faaliyet konusunda hoyratça baskı ölçüleri konusunda ayrıldılar. Eski Meclisin Haklarını Koruyucular, kendilerini illegal faaliyete indirgenmiş bulduklarında gericiler yaz sonunda aynı akıbete uğradılar…Son yaz sonunda seçmenler, eskiden tutucu liberal bloku temsil eden Rauf Bey’i iktidarı terk etmeye zorladı. Cumhuriyetin acilen ilanı, bir savaş bildirgesiyle karşılaştırılabilecek liberal konulardan biriydi. Blok halen mevcut, ancak derinden sarsılmış durumda. Bize öyle geliyor ki bir süre sonra dağılıp gidecek. Çok yakın bir gelecekte, daha geçenlerde kıyıma uğratılan köktencilerin desteklediği liberal Kemalistlerle, gerici tüm kesimlerin kendisiyle birleştiği tutucular arasında bir savaş kopacaktır (Komintern Belgelerinde Türkiye-2). Nitekim de kopmuştur.
16 Ocak 1924 tarihli yukarıda aktarılan gözlemde adı geçen “liberaller”, saltanata ve hilafete karşı olan Mustafa Kemal ve yakınındakileri nitelerken, “gericiler” ise “liberaller” in kontrolündeki Ankara Hükümetine ve Mustafa Kemal’e karşı İstanbul’da kendilerinin merkezinde yer tutacakları saltanat ve hilafetin yeniden güçlenmesi özlemi ve arayışı içinde olanları anlatmaktadır. Buna karşılık “köktenciler” olarak belirtilen grup ise kanımca Birinci Meclis’te ikinci grubu oluşturan kesimi tanımlamaktadır. “Daha geçenlerde kıyıma uğratılan köktenciler…” ifadesinde işaret edilen “kıyım” ise 1923 yılında yapılan ve Halk Fırkası’na Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin kontrolünde yapılan seçimlerdir. Bu seçimler 1. TBMM’de muhalefeti oluşturan İkinci Grup tarafından boykot edilmiştir.
Bu bölümü bağlamadan önce konumuz açısından altı çizilmesi gereken noktanın, Osmanlı İmparatorluğu’nun sivil-asker bürokrat ve bazı aydınlarınca yönlendirilen Kurtuluş Savaşı’nın hedefi olan; istiklâl, vatanının namusunun kurtarılması ve düşmanın defedilmesi fikrinin etrafındaki ittifak, bu amaca ulaşılmasını takiben yerini yeniden merkezi güç tesisi mücadelesi ve buna karşı muhalefete terk etmiştir. Buna yönelik olarak da taraflar ve saflar belli olmaktadır. Ayrıca, Sözü edilen ittifakın iğreti ve geçici niteliği, kurtuluş mücadelesinin en kritik anlarında dahi göz önündedir. Bu görüntüyü anlatmak için Birinci TBMM’nin sahne olduğu çetin güç mücadelesinden pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak bunun öncesinde ortaya koymaya çalıştığım saptama bu siyasi mücadelenin taraflarının siyasi yöntemlerinin daha öncekilerle benzeşen karakteri ise yine yukarıdan aşağıya, yani yönetime talip olanlardan topluma doğru olmasıdır.

Hiç yorum yok: